Burada bahsettiğimiz on birli ve yedili heceyle söylenen iki çeşit Sarı
Gelin türküsü olduğu anlaşılıyor. Her iki türküde de Sarı Gelin ve
Sinan isimleri geçiyor. Bu isimlerin efsanedeki Şeyh San'an ile
sevgilisinden geldiği açıktır. Ünlü Türkolog Prof. Dr. Kırzıoğlu, "Sarı
Gelin türküsü ve Şeyh San'an efsanesi, XII. yüzyılda Kafkaslar
kuzeyinden gelen Ortodoks Kuman/Kıpçakların hatırasından kalmıştır."
diyerek türkünün kaynağını kesin şekilde belirtiyor (Kırzıoğlu-1958:
133).
Ünlü şair ve yazar Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum halk havalarından
bahsederken, "Erzurum çarşı pazar, diye başlayan bu türkünün
canlandırma kudretine daima hayran oldum." Demektedir (Tanpınar-1976:
201).
Sarı Gelin, bir oyun havası olarak, Kars oyunları arasında da
geçmektedir (Bugün-1959). Gazimihal'in, "Yurt Oyunları Kataloğu" ile
Kırzıoğlu'nun, "Kars İli Halk Oyunlarının Adları"nda Sarı Gelin'i de
görüyoruz (Tan-1977; Kırzıoğlu-1960).
Azerbaycan'da söylenen Sarı Gelin nakaratlı türkünün ilk kıtası şöyledir:
Saçın uzun hörmezler
Gülü gonçe dermezler
Bu sevda ne sevdadır
Seni mene vermezler
Neynim aman Sarı Gelin (Namazeliyev-1993: 62).
Sarı Gelin türküsünün bir Türk eseri olduğunu böylece ortaya koyduktan
sonra, meselenin Ermeni tarafına da bakalım. Şunu hemen belirtmeli ki,
türkünün ortaya çıktığı coğrafyada Türk unsuru hakimdir. Ermeniler ise
bir azınlıktır. Büyük imparatorluklar kurmuş bir milletin, kendi
himayesinde yaşayan bir azınlıktan türkü, hele oyun havası alması uzak
bir ihtimaldir.
İkinci bir husus da türkünün dayandığı mevcut folklor malzemesidir. Bu
malzeme olmasaydı, türkünün kaynağı meçhul kalacaktı. O zaman, bir
propagandaya malzeme olsa da, türkünün Ermeni mahsulü olup olmadığı
tartışılabilirdi. Hâlbuki durum öyle değil. Türküyü ortaya çıkaran
kuvvetli halk edebiyatı verimlerine sahibiz.
Osmanlı Devleti zamanında, Türk'ün sadece kuvveti değil kültürü de
üstündü. Bu üstünlük, diğer kavimleri de derinden etkilemiştir. Klasik
müziğimizdeki Ermeni besteciler, bunun açık delilidir. Bizim ruhumuzu
terennüm eden nağmeleri onlara çaldıran ve söyleten, bizim kültürümüzün
zenginliği ve derinliğidir.
Ermenilerin âşık edebiyatımızdaki yeri üzerinde lâyıkıyla
durulmamıştır. Bilhassa XIX. yüzyılda çok güçlü olan âşık
edebiyatımızın etkisinde kalan Ermeni âşıklar bulunmaktadır. Buna en
canlı örnek, Ahılkelekli Kenziya'dır.
Posoflu ünlü halk şairi Yusuf Zülâlî, defterlerinden birinde,
Kenziya'dan bahsetmektedir. Zülâlî, Kenziya'yla 1892 yılında Batum'da
karşılaşmıştır. Bu sazlı sözlü karşılaşma esnasında, Kenziya şöyle
demektedir:
Bir anadan bir babadan gelmişiz
Biz buna etmişiz iman Zülâlî
Eğer böyle ise niçin olmuşuz
Biz size siz bize düşman Zülâlî?
Kenziya, bir yerde de şöyle demektedir:
Cami, kiliseyi birleştirelim
Bu halkı oraya yerleştirelim
Allah Allah diye dilleştirelim
Birdir, iki değil Sübhan Zülâlî
İki âşıkın karşılıklı söyleşmesi, bu dostluk havası içinde devam
etmektedir. Bu deyişmenin büyük bir bölümü elimizde bulunmaktadır.
Zülâlî (1873-1956), eski yazıyla kaleme aldığı hatıralarında,
Kenziya'nın çok iyi Türkçe konuştuğunu, saz çaldığını, Âşık Kerem
hikâyesini Ermeniceye çevirdiğini ve Bayburtlu Zihnî'nin şiirlerini pek
sevdiğini haber vermektedir.
Ermenilerin, Türk halk hikâyelerini kendi dillerine çevirdiklerini,
bunu yaparken İslâmî motifleri değiştirdiklerini biliyoruz. XIX.
yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında, Ermeni halkı arasında,
hayli ilgi gören halk hikâyelerimiz, defalarca basılmıştır.
Türk halk hikâyelerini Ermeniceye çeviren iki önemli isimden biri halk
şairi Civanî (1846-1909), diğeri de Agek Muhtaryan'dır. Bunlar, Âşık
Garip, Kerem ile Aslı, Şah İsmail, Ferhat ile Şirin, Asuman ile Zeycan,
Köroğlu, Emrah ile Selvi, Leylâ ile Mecnun vb. gibi ünlü halk
hikâyelerini, "tercüme, tebdil ve neşr etmişlerdir."
Civanî'nin çevirdiği, Kerem ile Aslı hikâyesi, 1888 yılında Gümrü'de
basılmıştır. Bu eser, sonraki yıllarda birkaç defa daha basılmıştır.
Muhtaryan, Civanî'den farklı olarak, yaptığı tercümelerde, bu
hikâyelerdeki şiirleri, eserin aslında olduğu gibi muhafaza etmiş ve bu
koşmaları her iki dilden vermiştir. Azerbaycanlı İsrafil Abbasov,
bunları uzun bir makale çerçevesinde tahlil etmiştir (Abbasov-1977:
54-137). Bu tahlillerden şu sonuç çıkıyor: Ermeniler ne şekilde tercüme
ederlerse etsinler, bu hikâyeler, aslî sahibi olan Türk milletine
aittir.
Ermeniler, yüzyıllarca aynı coğrafyada yaşadıkları Türklerin
kültüründen derinden etkilenmişlerdir. Papazlar, mahallî örf ve
âdetleri Türk etkisinden kurtarmak için çok çaba göstermişlerdir. Bu
çabalarında kısmen başarılı olmuşlarsa da, Türk halk musıkisini
terennümden vazgeçirtip Ermeni halk şarkıları icad etmek hususunda
başarılı olamamışlardır. Bu bilgileri aktaran tarihçi ve musıki
araştırmacısı Kösemihal (1900-1960), 1929 yılında basılan kitabında:
"Tahkik ettik, (Erzurum Ermenileri) bundan otuz sene evvel yalnız bizim
türküleri söyleyip bar oynarlarmış. Yozgat, Bayburt Ermenilerinin
yalnız Türkçe türküler kullandıklarının en güzel delili, bu havali
Ermenilerinin bundan yetmiş sene kadar evvel Ermeni harfleriyle yazıp
E. Litman'ın neşrettiği Türkçe türkü güfteleridir." demektedir
(Kösemihal-1929: 34-36).
Sarı Gelin, Kars ve Erzurum çevresinde efsane, türkü ve oyun olarak
yaşamakta; halk kültürümüzün birden çok unsurunda yer almış
bulunmaktadır.
Birbirini çok seven iki âşıktan birinin, başka bir kavimden, başka bir
dinden olması, halkımız tarafından olumlu karşılanmıştır. Bu hoşgörüyü
dile getiren manilerden biri şöyledir:
Bahçelerde mormeni
Verem ettin sen beni
Ya sen İslâm ol ahçik
Ya ben olam Ermeni
Kerem ile Aslı Hikâyesi'nin Aslı'sı, bir Ermeni keşişinin kızıdır
(Banarlı-1971: 729). Bu Ermeni kızının adı, yüz yıllardan beri Türk
kızlarına isim olmaktadır. Bir başka hikâye veya efsane kahramanının
Ermeni olması da mümkündür... Sarı Gelin de gerçekten Ermeni olsaydı,
öylece kabul edilebilirdi.
Bütün bu açıklamalardan sonra, Sarı Gelin türküsünün, nerede söylenirse
söylensin, hakim toplum olan Türklerden alındığı kesin olarak
anlaşılmaktadır. Bu türkünün hiçbir yerinde Ermeni unsuru yoktur.
Ermeniler, bir gün oluyor, el dokumalarımızdaki motiflere, bir gün
oluyor ünlü bir mimarımıza sahip çıkıyorlar. Şimdi de Sarı Gelin
türkümüzün, kendilerine ait olduğunu söylüyorlar. Bu iddianın da,
Anadolu toprakları üzerindeki hayallerinden farkı yoktur.
Bir politikacı tarafından yazılan romanın, Ermeni bir vatandaşımız
tarafından senaryo hâline getirilmesiyle, güzel bir türkümüzün
Ermenilere mal edilmesi meselesi, iki yıldan beri tartışılmaktadır.
Gazeteciler, türkücüler, şarkıcılar, kahveciler ve dernekçiler
konuşuyor.
Halk edebiyatı sahasında çalışan bilim adamlarımız, bu tür konulara eğilmelidir.
Sarı Gelin
Erzurum çarşı pazar
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
İçinde bir kız gezer
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Elinde divit kalem
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Katlime ferman yazar
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Palandöken yüce dağ
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Altı mor sümbüllü bağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Seni vermem yadlara
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Nice ki bu canım sağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Kıpçak Türkleri
Erzurum
Faruk Kaleli kaynak kişi gösterilmektedir. Türkünün Ermenice bir çeşitlemesi de bulunmaktadır. Rept. No: 615